Dünya Ahiretin Tarlası
DÜNYA AHİRETİN TARLASIDIR
Dinimiz, insanın hem dünyası ve hem de
âhireti ile ilgilenir. Ebedî saadete ve âhirette mutlu sona ermek için, dünya
bir tarladır. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) bu konuda şöyle
buyurmaktadır (Aşikane Sayı 15)
“Dünya, âhiretin tarlasıdır.” (Deylemî)
Dünyada âhiret için tohum ekmeyip,
kendilerine verilenlerden faydalanmayanlar ve bu sebeple de amel, ibâdet
fırsatını elden kaçıranlar, dünyanın yaratılış gâyesinden habersizdir.
Hadis-i Şerifte şöyle buyrulmaktadır:
Dünya, isteyeni, ebedî mutluluk diyarı olan
cennete ulaştıran ve âhiret saadetini kazandıran önemli bir vâsıtâdır.
Dünyasız, âhireti kazanmak mümkün değildir. Çünkü tüm ibâdetler, hayırlar,
iyilikler, hizmetler, dünya hayatında yaşarken yapılacak eylem ve
davranışlardır. Bu sebepledir ki, Peygamberimiz
, "Dünya, âhiretin tarlasıdır" buyurmuştur. Dünyaya ekilen
iyilikler, âhiret günü hasat edilecektir.
Dünyaya gelmemizdeki gâye, Allah'ın (c.c.)
verdiği akılla İslâm'ı öğrenmek, anlamak ve yaşamaktır. Dünya hayatıyla âhiret
hayatı ayrı olamaz. Dünya ve İslâmî hayat bütünleşmelidir. Zâten İslâmiyet,
dünyada yaşamı esas alan bir dindir. O halde, dünya hayatı İslâm'a hizmet etmek
ve Müslümanca yaşamak içindir. Cennete ulaştırabilecek yol olan dünyada
yaşayarak, âhirete gideceğimiz, hepimizin bildiği bir gerçektir.
Bu dünyanın değerlendirilmesi gereken üç
yönü vardır:
Birincisi; Allah’ı (c.c.) tanımak, bilmek
ve onun mârifetini kazanmak için dünyaya çalışmaktır.
İkincisi; Âhireti kazanmaya sebep olacak
sâlih amelleri işlemektir.
Üçüncüsü; Allah’ı (c.c.) unutmaya sebep
olan, nefsin ve hevesin arzu ve isteklerini yerine getirmeyip, bizim için
felakete neden olacak amelleri işlememeye çalışmaktır.
İslâmiyet, dünya için çalışmayı yasaklayan
veya kötüleyen bir din değildir. İslâmiyet, aşırılıklardan uzak, hemen hemen
bütün kurallarında orta yolu tavsiye eden, bir denge dinidir. Peygamberimiz
“İşlerin hayırlısı, orta yollu (mutedil) olandır” buyurmaktadır.
İslâm, ne bütünüyle dünyayı, ne de
bütünüyle ibâdet ve âhireti tavsiye eder. İslâm Müslümanlara hem dünya, hem de
âhiret için çalışmalarını emreder.
Bu hakikati te’yid eden hadis-i şeriflerde
şöyle buyrulmaktadır:
“Sizin hayırlınız, dünyası için âhiretini,
âhireti için dünyasını terk etmeyendir.” (Kenzü’l ummal)
“Âhireti için dünyasını, dünyası için
âhiretini terk eden, ikisini de kazanıncaya kadar sizin hayırlınız değildir.
Dünya, âhirete ulaştırıcıdır. (Dünyayı terk ederek) İnsanlara yük olmayınız.”
(Kenzül Ummal)
“Kendini hiç ölmeyecek zanneden kişinin
çalışması gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğini zanneden kişinin korkması
gibi (günahlardan) kork." (Beyhâkî)
“Âhir zaman olduğunda insanların mutlaka
dinar ve dirhemi olması gerekir. Tâ ki, kişi onlarla dinini ve dünyasını ayakta
tutabilsin.” (Taberâni)
Dünyaya ve âhiret için ayrılacak zamanı
belirtmek için hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış!
Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allah-u Teâlâ’ya, muhtaç
olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!” (İmam-ı
Şâranî)
Bu hadisler, İslâm’ın dünya ve âhiret
arasında denge kurduğunu göstermektedir. İslâm, insanlara hem dünya için, hem
de âhiret için çalışmalarını tavsiye etmektedir.
Kur'ân ve hadisler, dünyanın faniliğini ve
asıl yurdumuz olan âhiret için hazırlık yapmamız gerektiğini devamlı olarak
vurgular. Bu iki farklı şekilde yapılan irşadları birleştirirsek şöyle demek
gerekir:
İnsan, âhiret için yaratıldığından,
dünyadaki bütün hayatını onu kazanmak yolunda sarf etmelidir. Fakat bunu
yaparken dünya işlerini ihmal edip, özensiz yaparak değil, onları da doğru ve
güzel niyetlerle âhireti kazanmaya vesile yapması lâzımdır.
İslâmiyet’teki zühd anlayışı, mal ve dünya
sevgisini kalbe sokmamaktır. Mal ve dünyayı bilfiil terk etmek değildir. Yâni
dünyayı fiilen değil, kalben terk etmektir. Bu yüzden nefsine hâkim olarak,
helalden kazanıp , elde ettiğini de
Allah (c.c.) yoluna harcayanlar için Peygamberimiz (s.a.v): “Sâlih mal, sâlih
kimse için ne güzeldir” buyurmuşlardır.
Hz. Mevlâna (k.s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Ağzı kapalı testi, denizde yüzer. Fakat su içine girmeye başlayınca, onu dibe
indirir.” Dünya sevgisi içimize, kalbimize girerse bizi dibe indirir.
Abdulkâdir Geylânî de (k.s.a.): “Dünyayı
kalbinden at, sonra ister eline al, ister cebine koy, o sana zarar vermez”
diyerek, kalbe girmeyen dünyanın zararı dokunamayacağını ifâde etmiştir.
Allah (c.c.) dostları: “Dünya kalbinde
durup dururken, onu elinden çıkarmak zühd değildir. Gerçek zühd, dünya elinde
iken, onu kalbinden çıkarmaktır” buyurmuşlardır.
Yüce Allah (c.c.) , âyet-i kerimede, dünya
ve âhireti bize şöyle açıklamaktadır:
“Âhiret de, dünya da Allah’ındır.” (Şûrâ/
49.)
Hem dünyada, hem de âhirette verilecek olan
bedeller vardır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
“Ey Rabbimiz! bize dünyada da iyi hâl ver,
âhirette de iyi hâl ver. Ve bizi ateş azabından koru!” (Bakara/ 201.)
Dünyadan yararlanma hakkı, Allah’a (c.c.)
hakkıyla kul olanlarındır. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor;
“De ki! Allah’ın kulları için çıkardığı
zîneti, temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş? Onlar, dünya hayatında iman
edenler içindir. Kıyâmet günü ise sadece Mü’minlere mahsustur. İşte biz
âyetleri bilecek kişiler için böylece açıklarız.” (A’raf/ 32.)
Yüce Allah (c.c.) , dünya ve âhiret
nimetlerini bizler için yarattığını belirterek, istifâdemize sunduğunu, âyet-i
kerimelerde zikretmektedir.
“Ey
iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği o, en temiz ve güzel şeyleri nefsinize
haram kılmayın….” (Mâide/ 87.)
Kur’ân, iki zengin kişiyi bize örnek olarak
gösterir: Hz. Süleyman (a.s.) ve Kârun.
Hz. Süleyman (a.s.): “Bana, benden sonra
hiç kimseye nasib olmayacak bir saltanat ihsân et.” (Sad/ 35.) Diye dua etmiş
ve Allah-u Teâlâ da ona istediğini vermişti. “İşte bu bizim ihsânımızdır. Artık
sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme dedik. ” (Sad/ 39.)
Dünya malını, Allah (c.c.) yolunda harcamak
için istemek yanlış bir şey olsaydı, bir peygamber kimseye verilmeyecek kadar
bir mülkü istemezdi. Allah (c.c.) , duâsını kabul etti ve dünyada kimseye nasib
olmayacak bir mülk ve saltanatı ona ihsân etti. Bu saltanat onu ne
gururlandırdı, ne de Allah’ı (c.c.) ve âhireti unutturdu. Tam tersine, o, bu
saltanatı Allah’ın (c.c.) dinine hizmette kullandı.
Belkıs’ın tahtı yanına getirildiğinde o şöyle
demişti:
“Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim
diye, beni imtihan etmek için Rabbimin bir lütfudur. Kim şükrederse, ancak
kendisi için şükretmiş olur; kim de nankörlük ederse, bilsin ki, Rabbim
zengindir, Kerîmdir” (Neml/ 40.)
Dünya malına sâhip olmak yanlış bir şey değildir. Fakat azgınlaşmak veya
verilen nimetin gereğini yerine getirmemek yanlıştır. Buna en güzel örnek
Kârun’dur. Onu âyetler şöyle anlatır:
''Kârun, Mûsa'nın kavmindendi. Fakat o,
onlara karşı serkeşlik etti. Biz, ona, öyle hazineler verdik ki, anahtarlarını
(bile taşımak) güçlü kuvvetli büyük bir
cemaate ağır geliyordu. O vakit, kavmi (Mü'min olanlar) ona; şöyle demişti:
”Böbürlenme! Çünkü Allah, böbürlenip şımaranları, sevmez. Allah’ın sana verdiği
şeylerde (maldan harcayıp) âhiret yurdunu ara. Dünyadan nasibini de unutma.
Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk
yapma. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas/ 76-77.)
Yorumlar
Yorum Gönder